GEMILERIN YAKILDIĞI YER: CEBELITARIK



Bir fotoğraf karesine kolayca sığabilen ülke 


GEMİLERİN YAKILDIĞI YER: CEBELİTARIK 

Mükerrem Cahide Saraoğlu (Moral Dünyası Dergisi-Mart 2013)

Bindik katranlanmış gemilere,
Allah, nefislerimizi, mallarımızı ve ailelerimizi cennet karşılığı bizden alır diye…
Bu uğurda birşey istersek kolaylaşsın bize,
Hiç aldırmayız kanlarımızın akıp gittiğine,
Şayet kavuşursak kavuşulması yüce olan şeye…
Tarık bin Ziyad

Şiirde bahsi geçen katranlanmış gemiler bir zamanlar işte bu boğazda yol alıyorlardı. Şimdi karadan da olsa bizim de menzilimiz o meşhur gemilerle aynı: Cebelitarık.

İspanyolların güneş sahili (Costa del sol) olarak adlandırdıkları kıyı boyunda yol alırken, güneş de bu ismiyle müsemma sahillere veda etmeye hazırlanıyor usul usul. Nihayet ufukta sislerin arasına gizlenmiş o heybetli dağı fark etmek heyecanımızı arttırıyor. Yanılmamak için arabayı durdurup tekrar dikkatle bakıyoruz. Evet, bu o, Cebelitarık Dağı. Portekiz’den başlayan yolculuğumuzun Kurtuba ve Gırnata’dan sonraki üçüncü ve en önemli durağı Cebelitarık’a az bir mesafe kalmışken yorgunluğumuza yenik düşerek, geceyi bulunduğumuz nezih görünümlü İspanyol kasabası Estepona’da geçirme kararı alıyor ve kasabadaki iki otelden birine yerleşiyoruz. Otelin balkonundan karanlık çökene dek Cebelitarık Boğazı’nı ve Cebelitarık kayalıklarını izlerken, bir yandan da Endülüs’ün temellerini atmış Tarık bin Ziyad ve askerlerini düşünmeden edemiyorum.

Rivayet odur ki, Tarık bin Ziyad ordusuyla İber Yarımadası’na doğru yol alırken, bir ara geminin güvertesinde uykuya dalar ve bir rüya görür. Rüyasında Peygamber Efendimiz (a.s.m.), dört halife ve sahabe-i kiram kılıçlarını kuşanmış bir halde, su üzerinde yürüyerek gemilere eşlik etmektedirler. Resulullah (a.s.m.) “Ey Tarık! Yoluna devam et! Maiyetindeki askerlere iyi davran ve gayrimüslimlerle yaptığın anlaşmalara sadık ol” buyurur. Sonra Efendimizin (a.s.m.) öncülüğünde Endülüs’e girerler. Tarık bin Ziyad uyandığında heyecanı doruktadır. Fetih müjdesini Kâinatın Efendisi’nden almıştır. Ordunun karşı kıyılara sevkiyatı tamamlandığında ise iki gemi dışındaki gemileri geri gönderir bu büyük komutan. Kalan iki gemiyi ise askerlerinin gözü önünde yakar. Gemilerin dumanı bir dua gibi semaya yükselirken, askerlerine şöyle hitap eder:

"Askerlerim! Görüyorsunuz ki, önünüzde deniz gibi bir düşman, arkanızda düşman gibi bir deniz ve kaçacak hiçbir yeriniz yok. Vallahi, sabır ve sebattan başka yapacağınız bir şey de yok. Düşmanımızın bütün gücüyle üzerimize geldiği apaçık ortada. Üstelik yiyecek ve teçhizatı da bol... Halbuki bizim kılıçtan başka silahımız ve düşmanın elinden alacağımız yiyecekten başka erzakımız da yoktur. Yine iyi biliniz ki, eğer şu zorluklara biraz sabrederseniz daha müreffeh bir hayata kavuşursunuz. En ucuz malın can olduğu bu pazara sadece sizi sürmüyor, önce bizzat kendi canımdan başlıyorum.”

Nihayetinde bu yedi bin kişilik ordu kendisinden on kat daha fazla olan Vizigot ordusunu mağlup ederek, Ortaçağ karanlığını yaşayan Avrupa topraklarında sekiz asır sürecek bir medeniyetin kapılarını aralar.

Bugün o kayıp medeniyetin coğrafyasında dolaşırken işte şimdi de hedefimizde adını kahraman kumandan Tarık bin Ziyad’dan alan Cebelitarık kayalıkları var.

Tarık Dağı
Ertesi sabah konakladığımız İspanyol kasabası Estepona'dan ayrılmadan küçük bir şehir turu atıyoruz. İspanyolların daha çok yazlık olarak kullandığı hoş görünümlü, bakımlı bir yerleşim yeri. Gezerken başörtülü birkaç kişiye rastlayıp selam veriyoruz. İspanya’da diğer Avrupa ülkelerindeki kadar Müslüman nüfus yok. Buradaki Müslümanların geneli boğazın karşı tarafındaki Fas’tan gelen insanlar. Kimi çalışmak için, kimi de İspanya’da edindikleri yazlıklarında zaman geçirmek için buradalar. Estepona’dan ayrılıp Cebelitarık’a doğru yola çıkarken, boğazda bize eşlik eden iki yunus neşemizi artırıyor doğrusu.

Cebelitarık “Tarık Dağı” anlamına geliyor. Hepimizin zaman zaman kullandığı “Gemileri yakmak” deyiminin doğduğu yer Cebelitarık. Bugün kayalıkların oluşturduğu bu küçük yarımada “Gibraltar” olarak isimlendiriliyor. İspanya topraklarına bitişik 6,5 km’lik yarımada, İngiltere sömürgesi bir şehir devlet. Ülke dışişlerinde İngiltere’ye bağlı, onun dışında tamamen özerk bir yapıya sahip. Aslında Cebelitarık’ı görmek için ta Portekiz’den yola çıktık ama ne yazık ki ülkeye girebilmek için gerekli İngiltere vizesine sahip değiliz. Zaten planlarımızı da gidebildiğimiz yere kadar gidip en azından yakınından fotoğraf çekebilmek niyetiyle yapmıştık. Bu yüzden Gibraltar'ın karadan komşusu La Linea şehrine doğru ilerliyoruz.

Cebelitarık’ın kilometrelerce uzaktan seyretmeye doyamadığımız silueti gittikçe netleşirken heyecanımız da artıyor. Ve sonunda Cebelitarık bütün ihtişamıyla karşımızda. Bu sarp kayalıklar sanki “Bana bakınca Tarık bin Ziyad'ı hatırlayın” dercesine heybetli. Birkaç noktada durup fotoğraf çekiyoruz. Sırtınızı verip kolayca fotoğraf çekebileceğiniz başka bir ülke var mıdır bilmiyorum. Gibraltar çok rahatlıkla bir fotoğraf karesine sığacak kadar küçük bir ülke. Fakat yüzölçümü küçük olmasına rağmen Cebelitarık boğazındaki stratejik öneminden dolayı İspanya ve İngiltere arasında hep problemli bir bölge olmuş. Endülüs sonrası 1462’de İspanyol egemenliğine giren bölgeyi 1704’te İngilizler ele geçirmiş. İspanya her fırsatta bu toprakları geri almayı denediyse de başarılı olamamış. En son 1967 yılında yapılan referandumda ülke halkı İspanyol egemenliğini reddederek İngiltere’ye bağlı olmak yönünde bir karar vermişler. Ülkenin sınırında Avrupa Birliği, İngiltere ve Gibraltar  bayrağı dalgalanıyor bugün.

Evet, Cebelitarık Birleşik Krallığa ait ve bizim de İngiltere vizemiz yok. Dolayısıyla ülkeye giremeyeceğiz. Geri dönüp Portekiz’e doğru yol alacağız. Ama biraz daha, biraz daha yaklaşalım derken kendimizi Gibraltar'a doğru dönüş yapan arabaların arasında buluveriyoruz. Bir şansımızı deneyelim diyoruz, zaten sınırın dışındayız, sınırdışı edecek halleri yok ya. Sınırda görevli sempatik bayan polis pasaportlarımıza bakıp vize gerektiğini söylüyor. Bunu zaten biliyoruz. Turist olduğumuzu sadece birkaç saatin bile yetebileceğini söylüyoruz. Pasaportlarımızı evirip çeviriyor, birkaç yere gidip geldikten sonra, pasaportları tutuşturuyor elimize, “geçebilirsiniz” deyişi ise tam bir sürpriz. Görevli bayana mı, beni kilometrelerce uzaktan Cebelitarık’a davet eden Tarık bin Ziyad’a mı teşekkür etsem bilemiyorum.

Uzak ve Yakın Kıtalar
Ülkeye giriş yaptığımız ana caddeyi takip ederek yol alıyoruz. Zaten görünüşe göre gidilecek başka yol da yok. Gibraltar'da gezerken pek çok ayrıntıda İngiltere vurgusunu hissediyorsunuz. Yapılarda ve insanlarda, özellikle komşuları İspanyollara karşı biraz mağrur bir tavır hissediliyor. Valilik binasının önünden geçerken, nöbet tutan İskoç etekli üniformalı asker dikkatimizi çekiyor. Daha sonra karşılaştığımız kırmızı telefon kulübesi Londra’yı hatırlatsın diye konulmuş sanki. İspanya’ya bitişik bu küçücük yarımadanın resmi dili İngilizce ve para birimi de sterlin. Adanın uç kısmına doğru ilerlerken kayalıklara inşa edilmiş Endülüs hatırası kalenin yanından geçiliyor.

Yarımadanın etrafını dolaşırken gözlerim hep koylarda, yakılan gemileri arıyor. Acaba gözümü kapatsam gemilerden çıkan dumanın kokusunu duyabilir miyim? Kahraman kumandanın, kahraman askerlerinin ila-yı kelimetullah aşkını yüreğimde hissedebilir miyim? Bugün gerekse gözümü kırpmadan kendi gemilerimi yakabilir miyim? Bu sorular zihnimi sarmışken, ancak bir arabanın geçebileceği büyüklükteki doğal görünümlü tünellerden çıkıp “Avrupa Noktası” olarak adlandırılan yere ulaşıyoruz. Burası yarımadanın en uç kısmı. Akdeniz Atlas Okyanusu’yla kucaklaşmanın heyecanını yaşarken, Cebelitarık Boğazı da tüm güzelliğiyle karşımızda. Masmavi suların ardında ise Afrika’nın heybetli dağları sanki bize selam veriyorlar. Karşı kıyılar gözükmese de, dorukları beyaz bulutlarla süslenmiş dağlar iki kıtanın aslında ne kadar yakın olduğunun haberini veriyor. Yakın ve uzağın manaları birbirine karışıyor burada. İki kıta göz görümü mesafesinde, o kadar yakın, yaşanan hayatları düşündüğünüzde bir o kadar uzak. Sömürmüş ve sömürülmüş iki kıtayı aynı anda seyrederken ne düşüneceğini bilemiyor insan. Yüzümüze çarpan ılık rüzgâr adeta Afrika’nın sıcaklığıyla okşuyor bizi. Karşıdan tıpkı bu rüzgâr gibi sıcak ve güzel şeyler gelmişti: ilim, kültür, medeniyet, hoşgörü, huzur… Buradansa oraya giden sömürgeci zihniyetin karanlığı ve zulmüydü.
İlginçtir, bulunduğumuz noktada bir de cami var. Hem de oldukça büyük. Abdülaziz Camii, 1997 yılında Suudi Arabistan Kralı Fahd bin Abdülaziz tarafından yaptırılmış. Gayrimüslim bir ülkede bulunan en büyük cami olduğu söyleniyor. Bu coğrafyada camiyle karşılaşmak gerçekten oldukça sevindirici. Fakat yine de çok az Müslüman’ın yaşadığı bir bölgede, üstelik de etrafında yerleşim bulunmadığı halde bu denli büyük bir cami üzerinde kafa yormuyor değiliz. Sanırım camiyi kral yaptırınca, krala yakışır olması gerekiyor. İyi hoş da, hiç olmazsa Tarık bin Ziyad’ın adı verilmiş olsaydı demeden edemiyoruz.

Otuz bin nüfuslu Gibraltar’da akarsu ve doğal su kaynağı bulunmuyor. Sarnıçlarda biriken suyun yanı sıra deniz suyu da arıtılarak kullanılıyor. Kısa bir şehir turuyla tamamını gezebileceğiniz bu ülkede tarım alanı da yok. Ekonomi daha çok ticaret ve turizme dayanıyor. Şehir kısmında ağaçlar bulunsa da kayalıklarda ağaca pek rastlanmıyor. Ülkede kayalıklara çıkan bir teleferik hattı da var. Bu sayede hem Cebelitarık Boğazı’nın enfes manzarası yüksekten seyredilebiliyor, hem de Berberi şebeği cinsi maymunları görme imkânını elde edebiliyorsunuz. Bu maymunlar Avrupa’da doğal ortamda yaşayan tek maymun cinsi olma özelliği taşıyor ve sadece Cebelitarık’ta bulunuyorlar.
Ülkeden çıkarken havaalanının ortasından geçmek zorundasınız

Gibraltar'a veda ederken ilginç bir olay da yaşıyoruz. Yarımadanın Avrupa’ya bağlandığı kıstastaki tek anayolda ilerlerken birden yakınımızdaki uçakları fark ediyoruz. Biraz daha dikkatli baktığımızda havaalanının ortasından geçtiğimizi hayretle görüyoruz. Evet, Gibraltar'da havaalanını uçaklarla arabalar ortak kullanıyor. Çünkü havaalanı inşa edilebilecek başka toprak parçası yok. Düzlük alan o kadar kısıtlı ki, havaalanının kalan bölümü ancak denize dolgu yapılarak tamamlanabilmiş. Alanın ortasından da ülkenin en önemli caddesi geçiyor. Peki havaalanı nasıl işliyor diye sorarsanız, tabi ki hemzemin geçit mantığıyla. Uçak inip kalkacağı zamanlarda arabalar kırmızı ışıkta bekliyor, uçak gidince de yol taşıtlara kalıyor. Uçak trafiği çok fazla olmadığından bu olay trafik için problem teşkil etmiyor. Ülkeye sırf bu olayı seyretmek için bile pek çok turist geliyormuş.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

ÇIKMAZ SOKAKLAR

GÜLERYÜZLÜ İNSANLARIN ÜLKESİ ENDONEZYA

YUZYILLARDIR ZIKREDEN SARAY: ELHAMRA