BİRAZ YAVASLASAK



BİRAZ YAVAŞLASAK 

Mükerrem Cahide Saraoğlu  (Zafer Bilim ve Araştırma Dergisi-Şubat 2015)



Hayatı hızlı yaşamaya başladık bir süredir.  Kadın erkek, çoluk çocuk arkamızdan sürekli birileri kovalarmışcasına koşturuyoruz. Hızlı iletişim,hızlı yemek, hızlı öğrenme, hızlı tren, hızlı okuma, hızlandırılmış kurslar,hızlı diyetler…

 Hayatımıza girmelerinden memnun gözüküyoruz. İstediklerimize çabucak ulaşabiliyoruz ne de olsa!... Çabuk ulaştığımız şeylerden ise çabuk sıkılıyoruz, zaten onlar da çabucak bizi terk ediyor.Sonra başka şeylerin peşinden koşmayı sürdürüyoruz. Zaten birileri bize sürekli “acele edin” diyor, “hayatın fırsatlarını kaçırmamak için acele edin”. Biz de koşuyoruz durup düşünmeden, çağı yakalamamız gerekiyor ya!..

Oysa insan bu dünyada hissetmek,düşünmek, tefekkür etmek için var. Hız hayatın bir numaralı düşmanı değil mi? Hız varsa hayat anlamsızlaşıyor. Hayat hissetmekse, hız hissetmeyi engelliyor. 

Hızlı trenden manzara seyrettiğinizi düşünün. Güzel manzaralar daha görüntü haline bile gelemeden gözümüzden uzaklaşıyor. Artık yaşamımızdaki pek çok olayı da bu şekilde göremeden, hissedemeden, üzerinde derinlemesine durup düşünemeden ıskalayıp geçiyoruz. Yanı başımızdan geçen, hatta bizzat hayatımızın içindeki güzelliklerin farkına bile varamaz olduk. İnsan ve eşyayla bağ kuramaz hale geldik. Hız duygu ve düşünce derinliğimizi yaraladı. Fikrimizi daralttı. Hız bedenimizi özgürleştirirken, ruhumuzu esir aldı. İnsanla olan ilişkilerimizi yaraladı.
Sorun, modern dünyanın sorunu ve batıda çözüm arayışları da yok değil. Hayatı yavaşlatmaya dair akımlar revaç bulma yolunda. İnsan, fıtratından uzak olamıyor zira. Hızın hayatı yaraladığını fark edenlerden biri Kanadalı gazeteci Carl Honore. 

İlginç bir öyküsü var onun.Akşamları yorgun argın eve giden Honore, oğlunu hızlıca uyutmaya çalışır, çünkü daha yapacak çok işi vardır. Oğluna her akşam masal okumak bile ona yorucu gelmeye başlar. O günlerde gazetede gördüğü ilan tam ona göredir: “Çocuklara 1 dakikalık masallar”Aradığı şeyi bulmuş olmanın çoskusu uzun sürmez, çünkü bir şeylerin yanlış gittiğini fark eder ve pek çok dile çevrilen “Yavaşlığa Övgü” kitabını yazmaya başlar, dünyada yavaşlama hareketinin öncülerinden olur.

Yavaş yaşam, yavaş ebeveynlik, yavaş yemek, yavaş sanat, yavaş şehir…Bugün batıda başlayan bu akımlar ülkemizde de taraftar bulmaya başladı bile.Mesela bugün 9 tane cittaslow (yavaş şehir) unvanlı ilçemiz var. 

Hayatı yavaşlatmaya dair akımlar her ne kadar batıdan gelince dikkatimizi çekmeye başlasa da, yine bu konuda en güzel reçeteler bizim kendi kültürümüzde yer alıyor. Batıya gide gide, sonunda doğuya çıkılıyor ne de olsa. Ve doğu bakışının odağında “insan” var.
Bizler  “Acele işe şeytan karışır”, “Sabreden derviş muradına ermiş”, “Ağır giden yol alır, hızlı giden yolda kalır”, “Sabır ile koruk helva olur” gibi aceleden kaçınmamızı öğütleyen sözlerin fısıltısıyla büyümedik mi?

Mevlana da asırlar öncesinden seslenmiyor mu günümüz insanına? Yavaş olun diyor.  “Ey tez canlı, aceleci, ham kişi! Bir dama bile basamak basamak merdivenle çıkılır. Aceleci olmayın, maksada sabırla erişilir, acele ile değil.Alelade otlar iki ay içinde, kırmızı gül ancak bir yılda yetişir. Tencereyi ocakta yavaş yavaş ustaca kaynatmak gerekir. Delice kaynayan tencerenin pişirdiği yemekten hayır gelmez.”

Batı derdine reçeteler arayadursun, bize değerlerimizin farkına varıp şükretmek düşüyor. 
Öyle değil mi ama, hayatın hızına kaptırmış olsak bile bizi ara ara durduran bir dinimiz var.Düşünün bayramlar olmasaydı, hangimiz durup, bütün meşgalelerimizi erteleyip sıla-i rahim yapar, yolumuzu gözleyen büyüklerimiz, akrabalarımız, dostlarımızla hemhal olurduk?
 Ya da Ramazan olmasaydı, durup düşünebilir miydik “kimim ben, ne yapıyorum, nereye gidiyorum”diye? O yavaşlayış, o duruş olmasa her yıl hayatımıza yeni sayfalar açabilir miydik? 

Biz her gün 5 kez duruyoruz. Hızla dönen dünyanın hızına inat duruyoruz. Hele Cuma namazlarında hayatı hep birlikte durduruyoruz. Bir olan gönüllerle “bir”e yönelerek bir oluyoruz. “O”nun huzurunda önce yavaşlıyor, sonra duruyor hayat. Duruyor, sakinleşiyor yüreklerimiz…Duruyor, duruluyor, durulanıyor…

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

ÇIKMAZ SOKAKLAR

GÜLERYÜZLÜ İNSANLARIN ÜLKESİ ENDONEZYA

YUZYILLARDIR ZIKREDEN SARAY: ELHAMRA