YUZYILLARDIR ZIKREDEN SARAY: ELHAMRA

YÜZYILLARDIR ZİKREDEN SARAY: ELHAMRA


Mükerrem Cahide Saraoğlu (Moral Dünyası Dergisi-Kasım 2012)


Dinen yağmurun ardından mis gibi bir toprak kokusu. Çayımı yudumlarken hayranlıkla seyrettiğim tepe, bahar yağmuruyla birlikte yeşilin başka bir tonuna bürünmüş. Üzerindeki kızıl sarayı daha bir güzelleştirmiş sanki. Sayılı dakikaların bitmesinden korkarak, gözümü bir an bile ayırmak istemiyorum. Rüyada olmaktan korkar gibiyim. Gözlerim Sabıka Tepesine odaklanmış, duygularım karışık. Mutluluk, hayranlık, gurur, hüzün. Ha bire yer değiştiriyorlar içimde. Dünyanın en zarif sarayı Elhamra bir kez daha karşımda. Seyretmeye doyamıyor, tarifsiz bir mutluluk yaşıyorum. Yüzyıllar öncesinden bugüne hediye edilen nezafet, estetik, zarafet… Bu eşsiz sanat eserini meyve veren medeniyetin mensubu olmak gurur veriyor biraz da. Ama diğer yandan Akif’in dizeleri kulağımda:

“Endülüs tacı elinden alınan bahtı kara,
Savuşurken o güzel mülkü verip ağyara,
Tırmanır bir kayanın sırtına etrafa bakar;
Bırakıp çıktığı cennet gibi zümrüt ovalar,
Başlar ağlatmaya biçareyi hüngür hüngür!
Karşıdan valide sultan bunu pek haklı görür,
Der ki : "Çarpışmadın erkekler gibi düşmanlarla;
 Şimdi hiç yoksa kadınlar gibi olsun ağla !”

Sabıka… Her şeyin başlangıcı anlamına geliyor. Ne kadar acı ve ilginçtir ki, her şeyin başlangıcı olan Sabıka, aynı zamanda her şeyin de sonu olmuş. Müslümanların Doğu Avrupa’daki sekiz asırlık hakimiyeti burada, bu tepede son bulmuş. İstanbul’un fethiyle de çileden çıkan Hıristiyanlar, var güçleriyle İber yarımadasındaki Müslüman hakimiyetine son vermek için ellerinden geleni yapmışlar. Hatta bu gaye için Aragon kralı V. Ferdinand ile Kastilya Kraliçesi İzabella 1469 yılında evlenerek krallıklarını birleştirmişler. Müslümanları İspanya’dan tamamen silmek amacında olan Kraliçe İzabella’nın şehri düşürene dek yıkanmamaya and içtiği ve 12 yıl boyunca yıkanmadığı belirtiliyor. Bu yüzden “Kirli İzabella” lakabıyla tarihe geçmiş. Endülüs Müslümanlarının direnişi fayda vermeyince Beni Ahmer Emirliğinin sultanı Ebu Abdullah, şehri İspanyollara teslim etmek zorunda kalmış. Akif’in dizeleri işte bu teslimden sonra annesinin, Emir Ebu Abdullah’a söylediği manidar sözleri konu alıyor.

GRANADA YA DA GIRNATA
En uzun süre Müslüman hakimiyetinde kalmış toprak özelliğini taşıyan Granada, karlı Sierra Nevada dağları eteklerine kurulu. Şehrin şu anki nüfusu 270 000 civarında. Şehrin Endülüs döneminde yarım milyonu aşkın kişiye ev sahipliği yaptığı biliniyor. Endülüs şehirleri bir dönem bilim, kültür ve sanatın merkeziydiler. 10 asır öncesinde en parlak çağını yaşayan bu topraklar, Avrupa’da rönesansın da beşiği oldu. Avrupa üniversitelerinin temelleri bu topraklarda atıldı . Avrupa’nın ortaçağ karanlığında cehalet hakimken, Endülüs coğrafyasında köylerde bile okul vardı ve okuma yazma oranı çok yüksekti. Endülüs şehirleri hastaneleri, üniversiteleri, kütüphaneleriyle çağın cazibe merkezleriydi.
Granada'ya ulaştığımızda zaman kaybetmeden Elhamra'ya yöneldik. Saray yılda 3 milyon kişi tarafından ziyaret ediliyor. Eğer bir turla gelmediyseniz ya da daha önce internetten satın almadıysanız Elhamra’ya bilet bulabilmek kolay değil. Nitekim aynı gün içinde saraya giremiyoruz. Tanıştığımız iki Avustralyalı öğrenciden sabahın erken saatlerinde bilet için kuyruğa girmemiz gerektiği tüyosunu aldıktan sonra saraydan ayrılıyoruz.  Elhamra sarayını karşıdan seyredebileceğimiz Albayzin tepesine doğru koyuluyoruz. Tepeye doğru yol alırken eski mahallenin dar sokaklarında dolaşmak bir harika. İspanya’da değil de Müslüman bir ülkede hissediyoruz kendimizi. Beyaz badanalı, iç avlulu, balkonlarından rengarenk sardunyaların sarktığı şirin evler, Endülüsün sıcaklığını hissettiriyor. Sanki her an bir kapı açılacak da, bir teyze hoş geldiniz deyip buyur edecek gibi geliyor. O kadar “bizden” bir mahallede dolaşıyoruz.  Hatta evlerin arka planında zaman zaman beliren dorukları karlı Sierra Nevada dağı, o an Bursa’da olduğunuzu bile düşündürebilir. Sokakları gezerken boş bir pervaz bulmak neredeyse mümkün değil, her pencereden gülen yüzlü çiçekler size selam veriyor. İlginçtir bazen pervazlar yetmemiş olacak, saksılar bütün bir duvarı kaplayabiliyor. İster istemez bu estetiği Endülüse bağlıyoruz. Çöl ikliminden gelmiş insanların, suyun bolluğuyla yaşadıkları mekanı adeta bir cennete dönüştürdüklerini düşünüyoruz.

Tepeye ulaştığımızda Elhamra manzarasından önce hedefte namaz kılmak var.  Gezi yazılarından aşina olduğumuz İspanyol Müslümanlara ait Takva Mescidini biraz aramanın ardından, kufi yazılarla süslü bodur minaresinden buluyoruz. Hoş bir mimariye sahip caminin mihrabı, şu an katedral olan ve namaz kılmanın yasak olduğu Kurtuba Ulu Camiinin mihrabına çok benziyor. Orayı hayal ederek namazımızı eda ediyoruz. Günlerden sonra camide namaz kılmak iyi geliyor. Şili asıllı cami görevlisiyle küçük bir sohbetin ardından, sarayın seyredildiği terasta buluyoruz kendimizi. Dışarıdan bakıldığında tepe üzerine kurulmuş bir kaleyi andırıyor Elhamra. Bu kızıl binaların içlerinde ayrı bir alem sakladıklarını, daha önceden bilginiz yoksa asla tahmin edemezsiniz. O kadar sade görünüyor karşıdan. Elhamra, Arapçada kırmızı anlamına geliyor. Sarayın bu ismi almasıyla ilgili çeşitli görüşler var. Üzerine inşa edildiği kızıl topraklar bunlardan biri. Diğer bir rivayet de, geceleri sarayda yakılan meşalelerin duvarlardaki kızıllığı daha bir artırması sonucu halkın sarayı bu şekilde anması. En gerçekçi ihtimal ise bu topraklara hüküm süren Beni Ahmer devletinin adından gelmesi.


RÜYA GİBİ BİR SARAY
Ertesi gün, gecenin karanlığı şehrin üzerinde hükmünü sürdürürken Elhamra için yollara düşüyoruz. Sabaha az bir zaman kalmışken, geçtiğimiz sokaklarda çok sayıda yalpalayarak yürüyen genç gruplara rastlıyoruz. Üzülmemek elde değil. Üstüne bir de, sokakları tuvalet olarak kullanan gençlere şahit olmak içimiz acıtıyor. Şehrin en merkezi yerinde, ara sokaklardaki ağır kokunun nedenini böylece çözmüş oluyoruz. Yüzyıllar öncesi Endülüs insanı için söylenen “Allah’ın kulları arasında giyim-kuşamları, ev eşyaları ve diğer hususlarda temizliğe en fazla dikkat edenler Endülüslülerdir. Onların en fakiri bile elinde kalan son parayı gider çamaşırlarını yıkamak için sabuna verir ve o günü de oruçla geçirir. Asla göze hoş gelmeyen bir görüntü ile toplum içine çıkmaz” sözünü hatırlamamak,  bu coğrafya insanının tekrar bir Endülüs ruhuna, nezafetine ne kadar ihtiyacı olduğunu düşünmemek elde değil.

Sabah 6’da ilk sıralarda yer bulabilmek sevindirse de, gecenin süregelen ayazında gişenin açılışına kadar beklemek kolay olmuyor. Kısa bir sürede onmetrelerce uzayan Elhamra kuyruğunda, dünyanın dört bir yanından gelmiş turistlerle kısa sohbetler etme imkanı buluyoruz. Üşümemek için sürekli zıplayan ziyaretçiler kıvrım kıvrım olmuş kuyruğu hareketli bir hale getiriyorlar. Saray üç ana bölümden oluşuyor; Askeri bölümler, Cennetül Arif bahçeleri ve Nasrid Sarayları. İlk iki bölümü gün boyu gezebilirsiniz ama Elhamra’yı Elhamra yapan asıl kısım olana Nasrid saraylarını, biletinizde yazan 1 saat içinde gezmek durumundasınız. Bu konuda asla bir esneklik gösterilmediğinden mutlaka belirtilen saatte orada bulunmalısınız. Zamanınızı geçirirseniz içeri giremeyebilirsiniz. Aynı gün içinde tekrar bilet bulmak da mümkün olmayabilir. Bir gün yolu düşecek olanlara bu uyarıyı yapmak isterim, çünkü 2 yıl önceki gelişimizde küçük bir aksilik yaşamış ve katı kurallar yüzünden sarayı eşimle ayrı ayrı gezmek zorunda kalmıştık.

Nihayet sarayın ana giriş kapısından giriyor ve mis gibi toprak kokusunu soluklayarak gezmeye başlıyoruz. Yeşilin her tonunu sinesinde barındıran bir mekan. Uzun servi ağaçlarının bize eşlik ettiği yollardan yürürken, yer yer su deposu olarak kullanılmış alanları görüyoruz. Endülüs deyince bir su medeniyeti de akla geliyor ya, Elhamrada suyun izlerini her an takip etmek mümkün. Karşınıza sağınızdan solunuzda sürekli bir su kanalı çıkıyor. Daha sonra Cennetül Arif bahçelerinde de göreceğimiz gibi su burada ustalıkla taşınmış ve kullanılmış; Hem ihtiyaçları karşılamak, hem yazın yakıcı sıcaklarında serinletici etkisinden yararlanmak, hem de estetik amaçlı...

Etrafta yer yer eski kent kalıntılarının yanından geçerek ilerlerken karşımıza Elhamra'nın inceliğini ve zarafetini bozan V. Carlos Sarayı çıkıyor. Elhamra ile karşılaştırıldığında oldukça kaba ve incelikten uzak gözüküyor. Rönesans stilinde yapılmış, daha çok barok tipi süslemeler hakim. Dışarıdan kare bir bina görünümünde ama içi bir arenayı andırıyor. Kral V. Carlos bu sarayı kendisi için yaptırmış, fakat burayı hiç kullanmamış. Elhamra'nın esas kısmı olduğu sanılan bölümler yıkılarak, üzerine inşa edildiği için ister istemez üzülüyoruz. Sarayın kaybedilen bölümlerinin neler olduğu asla bilinememiş. Kimbilir hangi güzellikleri temaşadan mahrumuz şimdi?


CENNETİN İZDÜŞÜMÜ
Elhamra'nın ilk bölümü olan askeri saray Alcazaba'yı gezdikten sonra sırada o dönemde cennetin izdüşümü olarak görülmüş Cennetül Arif bahçeleri var. “Cennetül Arif” bugün “Generalife” olmuş ama ziyanı yok, bizim için eski ismi geçerli nasıl olsa. Cennetül Arife yaklaştıkça su kanalları ve yeşillik artıyor.  Her girdiğimiz bahçede suyun ne kadar incelikle kullanılmış olduğunu görüyoruz. Bazen paralel, bazen keşisen su yolları tam bir simetriyle inşa edilmiş havuzları besliyor. Havuzların etrafı yemyeşil ağaççıklarla, bazen de rengarenk çiçeklerle süslü.  Havuzların durgunluğuna fıskiyelerle set çekilmiş. Suyun hareketi bahçeleri hayatlandırmış. Bu fıskiyelerin bir amacının da ses yalıtımı olduğunu öğreniyoruz. Zaten burada inşa edilmiş her şeyde, bir değil birkaç işlevin amaçlanmış olduğunu görüyor ve o yitik medeniyete hayran oluyorsunuz. İnşa edildiği dönemde Endülüs ve Pers medeniyetleri bahçe ve çevre düzenlemesi alanında çok ileri seviyedelermiş.  Gezerken buna bire bir şahitlik ediyoruz zaten. Kah yemyeşil labirentlerde dolaşıyor, kah sarmaşık tünellerde kayboluyorsunuz. 

Cennetül Arifteki havuz ve fıskiyeler 300 yıl kadar sonra yapılan Tac Mahalin yapımında da örnek alınmış. İç içe geçmiş bahçeleri hayranlıkla gezerek, sultanların mehtabı seyrettikleri tepeye kadar çıkıyoruz. İnerken kullandığımız merdivenler ise bana göre sarayın en ilgi çekici ve özel yerlerinden biri. Zira merdiven tırabzanlarındaki küçük oyuklardan suyun aşağıya doğru akışı muhteşem. Sıcaktan bunaldığımız o anda suyun dinlendirici ve serinletici etkisini ruhumuzu okşuyor. Yüzyıllar öncesinden bugüne estetik katan tırabzanlar, sadeliğin de sanatta ustalıkla kullanılabileceğinin bir ispatı adeta.

Cennetül Arifin binaları, saray kadar ihtişamlı olmasa da ince taş işçiliğindeki sanatla gözlerimizi okşuyor. Değişik desenlerin yanı sıra, kufi hatla yazılmış “La Galibe İllallah”yazıları ilk defa bu binalarda karşımıza çıkıyor. Bu yazıyı sarayı gezerken binlerce defa göreceğimizi biliyoruz. Sarayın her bölümüne ince ince işlenmiş “La Galibe İllallah” ifadesi, Elhamra’nın dünyanın Allah’ı en çok zikreden sarayı ünüyle anılmasını sağlamış. Büyük bir medeniyetin taşıyıcılığını yapmış Endülüs sultanlarının, komutanlarının, yöneticilerinin kibre ve gurura kapılmalarını önlemek için, gözlerinin görebileceği en küçük alana işlenmiş bir ifade. “Allah’tan başka galip yoktur”.  Bir yandan da, Müslümanlar yüzyıllar öncesinde burayı inşa ederken, belki de bir gün silinip gideceklerini hissederek, arkalarında her an binlerce kez zikreden bir bina bırakmışlar diye düşünmemek elde değil. Öyle ya yapılan zulüm ve işkencelerle tek bir Müslüman kalmamış bu topraklarda. Ama onların yerine bugün hiç olmazsa bu ihtişamlı eser Allah’ı zikretmeye devam ediyor.

VE ELHAMRA
Ve nihayet asıl görülmesi gereken yerin, Nasrid saraylarının kapısındayız. Aslında Elhamra dışarıdan bakıldığında alelade bir yapı görünümünde. İçerideki eşsiz sanatlar hiç dış duvarlara yansıtılmamış. Bunun İslam mimarisine ait bir özellik olduğunu duymuştum. Hıristiyan mimarisinde binanın içi sade olsa bile, dışarıya herkesin dikkatini celbedebilecek bir görkem, bir şatafat yansıtılıyor. İslam mimarisinde ise insanların gıpta ve kıskançlık damarlarını kabartmamak amacıyla dışa çok fazla önem verilmiyor. Çoğu zaman sıradan taşlarla örülü binaların içindeki ihtişamı, sadece oraya girebilenler fark edebiliyorlar. Belki de bir manada, tıpkı insanda olduğu gibi, dış değil iç güzelliğin asıl olması vurgulanıyor. İşte Elhamra’da da sıradan görünüşlü bir binanın kapısından içeriye girdiğinizde sanki dünyadan çıkıp, başka bir aleme girmiş gibi oluyorsunuz.

Yahya Kemal Beyatlı İspanya’daki elçilik görevi sırasında sarayı ziyaret ettiğinde kaleme aldığı yazı da bunu kanıtlıyor: “Elhamra’ya basit bir dış kapıdan giriliyor. Girerken harikulade bir mekan içine girileceğinin farkına bile varılmıyor. Girdikten sonra bir alemden başka bir aleme geçmiş, sanki bir rüyanın ortasına düşmüş gibi gözlerimi kapadım ve açtım, öylesine bir hayret içindeydim. Bu şaşkınlık daireden daireye geçtikçe arttı. Nazar değmemiş bir beyazlık içinde, sülüs bir yazı sarmaşığı gülümseyen bir güzellikle bütün duvarları sarmış; nakışın ve oymanın hudutsuz oyunları, tavanların derinliklerine kadar her tarafı örtmüş, ama her taraf yine de bembeyaz görünüyor.”

Saraya meşver salonundan giriliyor. Sarayın istişare odası burası. Ayrıca Emir pazartesi ve Perşembe günleri burada halkını dinliyormuş. Kapıda yer alan “Gir ve adaleti istemekten korkma, zira onu burada bulacaksın” yazısı buranın aynı zamanda mahkeme salonu olarak da kullanıldığının bilgisini veriyor. Duvarlar ve tavan müthiş bir incelikteki taş işlemeleriyle göz ziyafeti sunuyor misafirlere. Sarayın diğer bölümlerini de hayranlık içerisinde geziyoruz. Divan Odası, turistlerin boyunlarını ağrıtacak derecede hayranlıkla seyrettikleri eşsiz tavanıyla Büyükelçiler Salonu, İkiz kardeşler Salonu. Özel misafirlerin ve elçilerin kabul edilmeyi beklerken dinlendirildikleri Mersinli Avlu, o zamanlarda yaşasaydım da, bu sarayda misafir olarak ağırlanabilseydim dedirtecek kadar alıp götürüyor insanı. 

Meşhur Aslanlı Avlu ise 124 zarif sütunla çevrilmiş ve ince taş işçiliğinin zirve yaptığı bölüm denilebilir. Her şey simetrik bu bölümde. Yıllardır restorasyon nedeniyle başka bir yerde sergilenen aslanlar nihayet yerlerini almışlar. 12 aslanın sırtladığı köşegen havuz Endülüs zamanında güneş ve su saati işlevi görüyormuş. Her aslanın ağzından sırayla ayrı bir zaman diliminde su akıyormuş. Bugünün şartlarında çok basit görülebilir ama o zamanlarda sistemin nasıl işlediği hala araştırılıyormuş. Aslanlı Avlu saatlerce kalınsa bile, ayrılmak istenilmeyecek bir mekan. Dört duvar arasında, farklı bir boyuttasınız. Burada hiç yeşillik yok ama kendinizi cennette zannedebileceğiniz eşsiz bir zaman dilimini yaşıyorsunuz. Taş bu kadar mı güzelleştirir mekanı? Duvarlar, tavanlar, sütunlar, kemerler, her nokta tarif edilemez bir incelik ve estetikte. Pek çoğumuzun kağıda çizmekte bile zorlanacağı incelikteki desenlerin, duvarlara bu derece ustalıkla işlenmesi insanın tahayyül sınırlarını zorluyor, hayranlığını zirvelere çıkarıyor. Saray boyunca bizi hiç yalnız bırakmayan “La Galibe İllallah” ifadesi elbette Aslanlı Avluda da yüzlerce kez tekrarla kazınmış her bir tarafa. Parça ve bütünde özenle nakşedilmiş birlik, tevhid akidesini haykırıyor farkedebilenlere. Elhamra'yı Elhamra yapanın her santimetrekaresi ayrı bir özenle işlenmiş duvarları olduğunu düşünüyorum. Avrupa’nın ortaçağı bütün karanlığıyla yaşadığı bir dönemde,  Endülüs insanının iç dünyasının, estetiğinin, zarafetinin, temizliğinin, saflığının, aydınlığının, inceliğinin her türlü güzel hasletinin yansıması bu duvarlar.  Bu mekanda fark etmeden başka alemlerin yolcusu oluveriyorsunuz.



Amerikalı tarihçi, yazar Washington Irwing’in deyimiyle “Bir Hıristiyan toprağının bağrındaki Müslüman sarayı… Batı’nın gotik binaları arasındaki Şark abidesi… Fetheden, yöneten ve yok olup giden yiğit, zeki ve seçkin bir halkın zarif kalıntısı Elhamra…”

Zamanın durmasını dileyerek dolaştığımız cennet sarayda, maalesef çıkışa doğru ilerliyoruz. Çıkış merdivenlerinin ortalarından akan sulara hayranlıkla bakarken ayaklarımız da bir yandan geri geri gidiyor. 2 yıl önceki ziyaretimizde minik oğlumuzun, su cenneti bu mekandan ayrılmamak için çığlık çığlığa ağlayışını hatırlıyorum. Şimdi onun gibi bağırmasam da, benim gönlüm de gitmekten yana değil. Ama ne yazık ki gitmek zorundayız. Son bir defa geriye bakarak vedalaşıyorum bu rüya sarayla. Dünyanın en çok zikreden sarayı... Şarkın garptaki zarif temsilcisi… Senin yüzyıllardır devam eden zikrine, kilometrelerce öteden eşlik edebilmek dileğiyle, elveda...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

ÇIKMAZ SOKAKLAR

GÜLERYÜZLÜ İNSANLARIN ÜLKESİ ENDONEZYA