Kayıtlar

BİRAZ YAVASLASAK

Resim
BİRAZ YAVAŞLASAK  Mükerrem Cahide Saraoğlu   (Zafer Bilim ve Araştırma Dergisi-Şubat 2015) Hayatı hızlı yaşamaya başladık bir süredir.  Kadın erkek, çoluk çocuk arkamızdan sürekli birileri kovalarmışcasına koşturuyoruz. Hızlı iletişim,hızlı yemek, hızlı öğrenme, hızlı tren, hızlı okuma, hızlandırılmış kurslar,hızlı diyetler…  Hayatımıza girmelerinden memnun gözüküyoruz. İstediklerimize çabucak ulaşabiliyoruz ne de olsa!...  Çabuk ulaştığımız şeylerden ise çabuk sıkılıyoruz, zaten onlar da çabucak bizi terk ediyor. Sonra başka şeylerin peşinden koşmayı sürdürüyoruz. Zaten birileri bize sürekli  “acele edin”  diyor,  “hayatın fırsatlarını kaçırmamak için acele edin”.  Biz de koşuyoruz durup düşünmeden, çağı yakalamamız gerekiyor ya!.. Oysa insan bu dünyada hissetmek,düşünmek, tefekkür etmek için var.  Hız hayatın bir numaralı düşmanı değil mi?  Hız varsa hayat anlamsızlaşıyor.  Hayat hissetmekse, hız hissetmeyi engelliyor.  Hızlı trenden manzara seyrettiğinizi düşünün. Güzel

ÇIKMAZ SOKAKLAR

Resim
ÇIKMAZ SOKAKLAR Mükerrem Cahide Saraoğlu (Zafer Bilim ve Araştırma Dergisi-Mayıs 2016) Bazen hayatın zorlukları içerisinde sizin de kendinizi “çıkmaz sokakta” gibi hissettiğiniz oluyor mu? Çareler, yollar tükenmiş. Gidecek yer kalmamış. Çıkmaz sokaktasınız ya, ruhunuz daralmış. Peki, bugün şehrin hengamesinden usul usul uzaklaşarak, kıvrılan yolların sonunda bir çıkmaz sokakta bulsanız kendinizi ne hissederdiniz? Ağaçları koyu gölgeli, pencereleri dantel perdeli, kapı önleri rengarenk çiçekli… Köşeye sıkışmışlık mı? Yoksa sükunet içinde solunan bir huzur havası mı? Modern şehirlerin tek tipli kamusal mekanına benzemeyen bir alan çıkmaz sokak. Belki herkese açık olmayan, keskin ayrımlarla değil, yumuşak geçişlerle kendine ulaşılan, sakinlerine özel ve mahrem bir hayat olanağı sunan özel bir yapılaşma tarzı. Yeni şehirlerde pek rastlanmayan, geçmişten gelenleri ise bizi yavaş yavaş terkeden… Esasen Doğu yada Müslüman şehirlerine baktığımızda “insan” odaklı bir yapıl

GÜLERYÜZLÜ İNSANLARIN ÜLKESİ ENDONEZYA

Resim
GÜLERYÜZLÜ INSANLARIN ÜLKESI ENDONEZYA Mükerrem Cahide Saraoğlu (Moral Dünyası Dergisi - 2013) Hacda, umrede en beğendiğimiz hacı profilidir Endonezyalı hacılar… Kibarlıkları, temizlikleri, sakinlikleri, nezaketleri takdire şayandır. Mübarek mekânlarda birlikte yaşanan hoş anlar hafızalarda yer ederken, memlekete dönülünce hep övgüyle bahsedilir onlardan… İşte nasibimize bu güzel insanların ülkesine yolculuk düşünce, heyecan kapladı içimizi… Güler yüzlü insanların gülen yüzlü ülkesi Endonezya… Çok uzak bir coğrafyanın, gönlümüze yakın insanları onlar… Endonezya bir adalar ülkesi… Ülke irili ufaklı 17 bin 508 adadan oluşuyor ve bu adalar oldukça geniş bir alana yayılmış. Şöyle bir hayalimizde canlandırmak açısından ülkenin doğu-batı eksenindeki uzunluğunun, Avrupa kıtasının aynı eksendeki uzunluğundan daha fazla olduğunu belirtmek yerinde olur sanırım. Coğrafya bu kadar geniş olunca, doğal olarak kültür çeşitliliği de artıyor. Endonezya 250 milyon nüfusla dünya

ISTANBUL'A BENZEYEN ŞEHIR LIZBON

Resim
İSTANBUL'A BENZEYEN ŞEHİR LİZBON Mükerrem Cahide Saraoğlu (Moral Dünyası Dergisi-Mayıs 2013) Yedi tepe üzerinde arzı endam eden, masmavi boğazını iki köprünün taçlandırdığı, denize inşa edilmiş kulesi, yokuşlu dar sokakları, tarihî tramvayı, su kemeri, denize nazır surlarıyla acaba İstanbul’da mıyım dedirtecek bir şehir Lizbon. Şehri gezdikçe daha pek çok ortak yön bulmanız işten bile değil. Pek çok medeniyete beşiklik etmiş, Avrupa’nın doğu ve batı uçlarını tutmuş bu iki şehir birbirlerinden haberdar mıdır bilinmez, ama Lizbon’u karış karış gezenler, İstanbul’un kulağını çınlatmadan edemez. Lizbon, Portekiz’in başkenti. Portekizlilerin Lisboa olarak adlandırdığı şehir Tejo Nehri’nin Atlantik Okyanusu’yla buluştuğu yerde oluşan haliçte kurulu. İsminin Endülüs dönemindeki “El Uşbuna”dan geldiği düşünülüyor. Nitekim Portekizlilerin telaffuzu “lişboa” şeklinde. İstanbul’a benzeyen bu şehirde İstanbul’da olmadığınızı vurgulayan en önemli şey ise sakinlik. Çünkü şehrin

KABENIN KÜÇÜK MISAFIRLERI

Resim
KABENİN KÜÇÜK MİSAFİRLERİ Mükerrem Cahide Saraoğlu (Moral Dünyası Dergisi-Ekim 2012) Hacer biricik yavrusunu şefkatle bıraktı ağacın gölgesine. Minik bebeğin gözlerini kapar kapamaz tatlı rüyalara daldığı yüzündeki gülümsemeden anlaşılıyordu. Genç kadın yanıbaşındaki kaynaktan bir avuç su aldı, yüzünü yıkadı. Suyun sesi en güzel nağmelerden daha güzel geldi kulağına. Yüreği de bu suyla birlikte kaynıyordu adeta, Rabbine nasıl şükredeceğini bilemez haldeydi. Issız, çorak, kuş uçmaz kervan geçmez bu vadide, gönülden teslim olduğu Rabbi onları yalnız bırakmamış, çaresizliğinin zirveye çıktığı anda, bu berrak ve tatlı suyla hayata bağlamıştı onları. En çok da küçük İsmalinin yürek yakan çığlıklarının dindiğine şükrediyordu. O çığlıklar öyle derinden yakmıştı ki kalbini, yakınındaki iki tepe arasında ümit ve ümitsizliğin gelgitleri arasında defalarca koşup durmuştu. O gün, Hacerin eşine az rastlanır teslimiyeti ve sayi hürmetine, dünyanın en değerli suyu zemzem hediye edil